Yazar Nebahat Arslan, Radyo Sputnik'e verdiği demecinde, ilgisinin sebebi, kitap üzerine çalıştığı sürede hangi kaynaklardan yararlandığı ve savaşın Türk-Rus ilişkilerini nasıl etkilediğini anlattı:
“Bu konuyu doktora tezi olarak çalıştım. Tez danışmanım da Rusya’daki Türk esirler üzerine çalışmıştı. Bu konuda 5 sene çalıştım ve çok zevk aldım; çok güzel bir konu. Rus askerlerinin yarısı, savaş alanında gönüllü olarak Türk ordusuna esir oluyor. Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkas cephesinde, hem Bolşevik devriminin gerçekleşmesi, hem de salgın hastalıklardan dolayı, Rus ordusunda bir çözülme var. Türk ordusunda da var aynı şekilde. Rus esirler için birçok talimatname hazırlıyoruz. Önce karantinaya alınıyor bu askerler; salgın hastalık gibi bir tehlike var mı diye… Onları belli esir merkezlerinde topluyoruz: Erzurum ve Sivas gibi. Daha sonra onları, esir kamplarına gönderiyoruz. Subaylar, üst düzey askerler ayrı ayrı gönderiliyor. Türkiye’de kaldıkları 4 yıl sürede, Kızılhaç ve Kızılay’ın onlara yardım ettiğini, mektup ve paralarının, Rusya, Cenevre ve İstanbul bağlantılı olarak yapıldığını biliyoruz. 4 yıl sonra da Rusya ile yaptığımız anlaşmaya göre, savaş sonunda esirleri teslim ettik. Yaptığım incelemelere göre, Türkiye’de 26 bin civarında Rus esir vardı.
Kaynak olarak, Türkiye’deki arşivleri kullandım. Başbakanlık Osmanlı arşivi, Kızılay ve Genelkurmay Başkanlığı'nın arşivini de kullandım. Ayrıca yazılmış hatıratlar var; o anıları, Türkiye’de çıkan gazeteleri kullandım. Zannediyorum Sankt Petersburg’daki arşivde de faydalı kaynaklar varmış ama onlardan fazla yararlanamadım. Kitabımın Rusça'ya çevirilip yayınlanmasını çok isterim. Bir de Rusça evraklarını ele alarak, bu çalışmaya devam etmeyi isterim.
Tabii ki Rusya ve Türkiye, çarpışan iki ülkeydi ama esirler konusunda durum farklı. Bir Türk subay, Ruslara esir düşüyor. Türk askerleri bir köyden geçerken, bir Rus anne, onlara ekmek ve su uzatıyor. Diğer köylüler, 'sen niye esirlere iyi davranıyorsun?' diye soruyor. O da diyor ki; Benim oğlum Türkiye’de şu anda esir ve bana yazdığı mektupta, Türkiye’deki görevlilerin çok iyi davrandığını yazıyor. Ben de o nedenle Türk esirlere ekmek ve su veriyorum. Yani anneler, Rus da olsa, Türk da olsa, annedir. Esirler, Türk da olsa, Rus da olsa, esirdir. O ilişki çok güzel… O yüzden savaş, halklar arasında değil, devletler arasında oluyor. Halklar kesinlikle düşman değil, onlar dost. Askerler esir olduktan sonra bize emanet, yani onlara bütün imkanları kullanarak çok iyi davranıyoruz. Rus esirlerinin annelerine yazmış olduğu güzel mektuplarda bunu görebiliriz. Mesela, ‘anneciğim ben hastanede yatıyorum, bana iyi davranıyorlar, sıcak çorba, sigara veriyorlar’ diye yazıyorlar… Onun için ben, Türk-Rus ilişkilerine, esirlerin de önemli katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Rus esirler muhtemelen, gittikten sonra da Türkleri çok iyi anlattılar. Türk-Rus ilişkileri ve birbirimizi tanımamız açısından savaş tabii kötü bir şey ama neticesi de bazen iyi olabiliyor”.