Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen mültecilerle birlikte Avrupa’ya çeşitli terör örgütleri mensuplarının da girdiği iddia ediliyor. Avrupa Birliği kurumlarının bürokratik yapısı bu sorunu çözmede yetersiz kalıyor. Üye devletler problemi kendi imkanlarıyla çözmeye çalışıyor ki, bu durum AB ülkeleri tarafından Brüksel’e yönelik tepkilerin artmasına yol açıyor.
Avrupa’da büyüyen bu göç ve mülteci dalgasıyla mücadele etmek için ne gibi yöntemlere başvurulabilir? AB içinde sorunun çözümüne ilişkin artan görüş ayrılıkları ne gibi sonuçlara yol açabilir?
Konuyla ilgili Sputnik Radyosu’na konuşan TÜRKSAM dış politika uzmanı A. Gencehan Babiş şu değerlendirmelerde bulundu.
Avrupa’ya göçü önlemenin ve bu göçü engellemenin en önemli noktası, aslında bu göçün kaynağı olan istikrarsız ülkelerde artık bir barışın, bir mütabakatın sağlanması ve buradaki olayların artık bitirilmesi. Diğer türlü bu göç dalgasının önünü geçmek, şiddet sarmalı devam ederken çok zor gibi gözüküyor.
Yalnız Ortadoğu bölgesinde çatışmalar ve terör örgütlerinin faaliyetleri devam ettiği sürece oradaki sivil halk, kendi canlarını kurtarmak için ülkelerinden kaçmaya devam edecek ve dolayısıyla en başta Avrupa içerisindeki belli düzenlemelerden ziyade şu anda önemli olan Orta Doğu’da istikrar sağlamak.
Büyüyen mülteci ve göç dalgasına karşı Avrupa Birliği kurumlarının bürokratik yapısı sanki yetersiz kalıyor. Ve üye devletler şu anda kendi çabalarıyla bu göç ve mülteci dalgasıyla mücadele etmek zorunda bırakılıyor ki, Brüksel’e yönelik artan tepkilere neden oluyor. Bazı uzmanlara göre bu, AB kurumlarını sarsabilir? Bu konuda sizin fikriniz nedir?
Avrupa Birliği’nin bir kere şöyle bir durumu var: Avrupa Birliği birçok ülkeden oluşan bir yapıya sahip olduğunu ve bu ülkelerin birçoğunun sadece bu noktada değil, birçok noktada aynı konu hakkında aynı tutumu benimsemediğini görüyoruz. Tabi ki AB’nin özellikle mültecilerle alakalı olan yardım çalışmalarına daha da hız vermesi gerekiyor. Çünkü sorun ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Özellikle son dönemde Budapeşte’de bunu çok net bir şekilde gördük.
Mültecilerin çoğunun asıl hedefi Almanya’ya ulaşmak. Almanya açısından bakıldığında ise, son Yunanistan örneğinden de yola çıkarsak, Avrupa Birliği’nin finansal gücünü omuzunda taşıyan bir ülke rolündedir. Almanya içerisinde mülteci konusuna ilişkin birçok farklı bakış açısı var. Yani bir yandan, ülkeler birbirinden farklı düşünebiliyor, öte yandan ise ülke içerisinde de çeşitli kesimler birbirinden farklı düşünebiliyor. Bir kısım, eğer mülteciler ülkelerine gelirse, rafah koşullarının eskisi gibi olmayacağını düşünüyorlar. Aynı zamanda bu, ilerleyen süreçte AB ülkelerindeki yabancı düşmanlığını arttırabilecek bir etken. Yabancı düşmanlığının artması, AB’nin savunduğu değerlere aslında çok yakın bir görüş değil. Dolayısıyla toplu olarak bir inisiyatifin geliştirilmesi gerekli.
Diğer taraftan en son David Cameron, bir kısmın ülkesine alınabileceğini söyledi ama diğer taraftan, mesela Almanya tarafından gelen açıklamalarına bakıldığında, Almanya’nın şöyle bir önerisi vardı: Türkiye’de biz bir kamp kuralım, o kampa biz maddi olarak yardım edelim, mülteciler orada kalsın. Yani ülkeler arasında görüş açısından, bu mülteci probleminin çözülmesi yöntemi bakımından da farklılıklar var. Dolayısıyla, bu kadar hızlı bir göç dalgasının Avrupa’nın içerisine doğru giderken bu görüş farklılıkları da AB’nin bir kurum olarak tek bir politika benimsemesini zor kılıyor.