Davos’ta yapılan tartışmaları, kapitalizmin yapısal sorunları eşliğinde dünyadaki hegemonya krizini Cumhuriyet Gazetesi yazarı, akademisyen Ergin Yıldızoğlu ile konuştuk:
‘KÜRESELLEŞME GÖRÜNTÜSÜ VERME İŞLEVİ ÇALIŞMIYOR’
Ergin Yıldızoğlu, Davos Ekonomik Forumu’nun son yıllarda dünya çapında yaşanan yapısal sorunları tespit edip tartışsa bile çözüm önerileri sunamayan bir platforma dönüştüğünü belirtti. Yıldızoğlu, ‘dünyanın efendileri’ olan finans oligarşisinin ilgi duydukları uzmanlarla yarattıkları tartışmalara rağmen Forum’un artık bazı işlevlerini yitirdiği saptamasını yaptı:
“Davos'ta en çok ilgimi çeken konu şu oldu: Dünya ekonomisinin uzun durgunluk denilen durgunluktan ‘galiba’ çıktığına ilişkin genel bir saptama var ki dolayısıyla olumlu bir resim çiziliyor orada. Aynı zamanda bunun dönemsel bir durgunluk olduğunu, hiçbir sorunu çözmeyeceği dolayısıyla yapısal sorunlar varlıklarını devam ettirdiği söylenip ‘öyleyse biz niye kaygılanmıyoruz’ sorusunu dile getirildi. Hatta ilginç bir alıntı ile karşılaştım; 'Kaygılanmadığımız için kaygılanıyoruz galiba' diyordu birisi. Yani bir şeyler oluyor ama niye biz bunların tam da farkında değiliz deniliyor. Tabii farkındalar. Temel sorunların hemen hemen hepsini konuştular. Ama iş çare üretmeye gelince bir şeyler ortaya koyamıyorlar. Nitekim Financial Times ekonomi editörü Martin Wolf da 'bu kadar çok laf var ama ortada bir tane kayda değer çözüm önerisi yok' diyor. Davos geçmişte iki iş yapıyordu. Şimdi o işlerin bir tanesi işlemez hale gelmiş durumda. Bunların bir tanesi sanırım hala işe yarıyor. Davos'a girmek için çok büyük paralar veriliyor, 450-500 bin dolara çıkan giriş paraları var. Paralar attıkça sizin içerde birileriyle toplantı yapma, iş bağlama, özel alışverişler yapma olanaklarınız gittikçe artıyor. Dolayısıyla 'dünyanın efendileri' olarak ifade edilen finans oligarşisi patronları orada bulunuyor. Gerek birbirleriyle gerekse de ilgi duydukları uzmanlarla ve siyasetçilerle kapılı kapılar ardında birtakım işlere girebilmek için ‘zor’ çalıştaylar içinde konuşuyorlar. Davos’un bu işlevi herhalde devam ediyor. Ama ikinci işlevi olarak dünyaya dönük, yeni bir dönemde 'küreselleşiyoruz', küreselleşme, 'Davos insanı' görüntüsünü sunmaya çalışıyorlardı. Bu ikincisi artık uzun bir zamandır çalışmıyor. Hatta 2008'de mali krizin hemen o sene yapılan toplantıda kavga çıkmıştı genel toplantıda. 'Siz bize bilmem ne dediniz, bak ne hale geldi dünya, bunun hesabını kim verecek? Bu bankacılar da zaten…' tarzında karşılıklı atışmalar olmuştu. O zamandan beri bir tedirginlik, huzursuzluk var oraya gelenlerde. Problemleri görmediklerini söylemek zor. Ama problemleri görüyorlar, herhangi bir öneride bulunamıyorlar.’’‘HEGEMONİK SİSTEM BOZUK’
Yıldızoğlu küresel düzlemde hegemonya sistemindeki sorunlara dikkat çekerken, sıkışmışlığı şu vurgularla anlattı:“İki tane nedeni var. Bunlardan biri dünyada hegemonya sisteminin bozuk olmasıdır. Dolayısıyla lider ülke, düzen kurucu ülke yok şu anda. Bir konuda anlaşırlarsa ne olacak? Buna kim uyacak, kim uymayacak? Bu, hangi modelde dağıtılacak ve de uygulanacak meselesi de malum. İkincisi, krizin ortasında her şeye rağmen kârlarda, yatırım olasılıklarında, piyasa rekabetlerinde hep sıkışık durumdalar. Alacakları önlemler eğer kârları üzerinde etki yapıyorsa, piyasalarında bazı kendilerini dezavantajlı konumlara rekabetçileri karşısında itiyorsa çok güzel laflar ediyorlar ve sonra dönüp işlerine devam ediyorlar. Yani bir anlamda sermayenin kölesi oldukları için, en güçlü olanları bile sermayenin kölesi oldukları için daha üst bir aklın ya da hegemonik gücün bunları kontrol altına almamasından, alamamasından dolayı hiçbir şey çıkmıyor oradan.’’
‘SERBEST REKABETTEN BAHSEDİYORLAR AMA REKABETTEN NEFRET EDİYORLAR’
Yıldızoğlu, kapitalist sistemi savunanların en önemle açmazlarının, yaşanan krizlerin yapısal değil de tesadüfi bir olaymış gibi yorumlanmasının yattığına dikkat çekti:
‘POPÜLİZM DEDİKLERİ HAYALET…’
“Kim gösteriyor bunu onlara? İşte şimdi popülizm dedikleri bir hayalet dolaşıyor ortada o gösteriyor. ‘Halkımız’ diyor ki işsizlik, iflaslar… Küçük, orta düzey işletmeler de koru bizi demeye başlıyorlar. Oradaki hükümetteki de mecburen iktidarda kalabilmek için, ‘her siyaset ulusaldır’ ilkesinden hareket ediyor. Martin Wolf da yazısında ‘siyaset ulusal oldu o yüzden böyle oldu’ diyor. Kendi iktidarını korumak için kendi işçi sınıfının, orta sınıfların popülizm kavramı altındaki halkların taleplerine cevap vermek zorunda kalıyorsunuz.”
‘KAPASİTE SORUNU ÜLKELER ARASINDA SİYASİ SORUNA DÖNÜŞÜYOR’
Dünyadaki yok olması gereken bir üretim fazlasının bulunduğunu, kapasite sorunun ise ülkeler arasında siyasi bir soruna dönüştüğünü belirten Yıldızoğlu, bu durumun kaynakları kontrol etme yarışıyla birleştiğinde büyük dünya savaşlarına giden sürece benzer bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu dile getirdi:
“Hükümet açısından bir diğer görev de şu: Daha büyük resme baktığımızda büyük bir üretim fazlası var dünyada. Bu üretim fazlasının yok olması gerekiyor. Nerede yok olacak? Örneğin otomotiv sektörü iyi bir örnek. Çok büyük bir kapasite fazlası var bu sektörde. Peki ama bu Volkwagen’in mi fazla kapasitesini yok edeceğiz yoksa Ford’un mu yoksa Nissan’ınkini mi edeceğiz? Herkes benim ülkemdeki fabrikalar dursun senin ülkendeki kapalım diyor. Benim fabrikalarım kapanırsa benim başıma işsiz kalanlar bela olacak, senin başına bela olsun diyorlar. Dolayısıyla bir anda fazla kapasite sorunu ülkeler arasında siyasi bir soruna dönüşüyor. Böyle bir anda hem bunları yan yana koyduğumuz zaman bir de dünyanın kaynakları sınırlı olduğunu ve büyük güçlerin bu kaynakları kontrol etmek için arkalarından finans kapitalin ittiği düşürsek biraz sonra Birinci Dünya Savaşına daha sonra da ikincisine geliyoruz. Buradan çıkış yok.”
‘HEGEMONYASI GERİLEMESİ VE YÜKSELEN GÜÇ ÇİN’
Günümüzde yaşanan durumu yüzyıl öncesinin alt üst oluşuna benzeten Yıldızoğlu, yüzyıl önce İngiltere karşısında yükselen bir güç olan ABD’nin şu an gerilediğini ve Çin’in yükseldiğini anımsattı:
‘BİZ YAPTIK MI UYGARLAŞTIRICI ONLAR YAPTI MI EMPERYALİZM..’
Ergin Yıldızoğlu son olarak Çin’in borçlandırarak sermaye ihracatı yapmaya başladığına dikkat çekerek bunun ‘yarın siyasi tercihlerini belirleyeceğim’ anlamına geldiğine vurgu yaptı ve bazı Batılı ülkelerin kendilerini ‘medeniyet taşıyıcı’ sayarken Çin’e farklı yorumlar getiren çifte standartlı bakışına dikkat çekti:
“Beklenenlerin aksine teknolojik alanda çok hızlı adımlar atmaya başladı, dünyanın en büyük mal alıcısı olmaya başladı bu büyük bir güçtür emperyalizm açısından. Mesele 1960-70’lere gittiğimiz zaman Latin Amerika ülkelerinin en büyük müşterisi ABD’dir. Dolayısıyla ABD dış ticaretinde ufacık bir hareket yaptığı zaman örneğin Brezilya’yı cari açığa itebilir, Arjantin’i iflas ettirebilir. Şimdi Çin böyle güçler elde etmeye başladı aynı zamanda ekonomisi en büyük dış yardımları veren ülke haline geldi. Dolayısıyla sermaye ihracat ediyor, hem de borçlandırarak sermaye ihracat ediyor. Borçlandırarak sermaye ihracat etmek demek ‘yarın siyasi tercihlerini belirleyeceğim’ demek aynı zamanda. IMF her zaman ve özellikle 60-70ler boyunca az gelişmiş ülkelerde bunu yaptı. Ekonominiz döviz krizine düşüyor IMF’ye gidiyorsunuz önünüze bir liste koyuyor ve ‘bunları yaparsan ben sana para veririm’ diyor. Çin zaten aynı şeyi daha nazik bir şekilde valizle para vererek, liderlerle anlaşarak yapmaya devam ediyor ve ilginç bir şekilde Avrupalılar, Almanlar ‘burada emperyalizm var’ diye şikâyet ediyorlar. Yani biz yaptık mı uygarlaştırıcı oluyoruz onlar yaptığı zaman emperyalizm oluyor demiş oluyorlar.’’
Tüm yorumlar
Yeni yorumları göster (0)
Cevaben(Yorumu gösterYorumu gizle)