Doğu Akdeniz’deki bu durumun sebeplerini, Münhasır Ekonomik Bölge’nin yasal çerçevesini ve Türkiye’nin hareketliliğini CHP Enerji Komisyonu Başkanı ve Petrol Mühendisi Nejdet Pamir ile konuştuk.
‘RUM TARAFI MEB KONUSUNDA HUKUKSUZ İŞLEMLERE DEVAM EDİYOR’
Nejdet Pamir, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) denen kavramın tanımının BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde yapıldığı söylerken, bu bölgelerin çakıştığı kimi alanlarda beklenen şeyin tarafların bir araya gelerek ya da mahkeme yoluyla çözmesi olduğunu belirtti ve Kıbrıs Rum tarafının hukuksuz işlemlerine AB’den cesaret olarak devam ettiğini görüşünü dile getirdi:
“Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) denen kavram deniz hukuku ile ilgili Birleşmiş Milletler sözleşmesinde tanımlanıyor. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi bunun tam bunun karşılığıdır. Burada söylenen şey her egemen devletin kıyılarından itibaren 200 deniz mili yani kabaca 370 km alana kadar deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanması su ve rüzgâr enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu bölge olarak tanımlanıyor. Canlı cansız varlıklar, yer altı su altı zenginlikleri söz konusu devlete ait. Ancak Doğu Akdeniz, Ege ya da Karadeniz’de olduğu gibi eğer kıyıdaş devletler arasındaki mesafe çakışıyorsa burada sorun çıkıyor. Burada da normalde beklenen hakkaniyete uygun olarak tarafların bir araya gelip bunu çözümlemeleridir. Ama eğer olmuyorsa eğer söz konusu antlaşmaya ilgili mahkemelerde hakkınızı arıyorsunuz. Karadeniz’de bu mesele çözülmüş durumda. Rusya, Gürcistan, Ukrayna örnekleri varken bu hakkaniyete uygun bir şekilde çözülmüş. Dolayısıyla da arama çalışmalarından sonuç alınmasa da burada kimse birbirinin işine karışmadan kendi imkanlarıyla ya da uluslararası şirketler aracılığıyla aramalarını yapıyor. Ama maalesef Doğu Akdeniz ya da Ege’de bu böyle olmuyor. Birincisi Güney Kıbrıs Yönetimi dediğimiz yapının AB tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul edilmesi bir hukuksuzluk ve bundan cesaret alan Rum tarafı birtakım hukuksuz işlemlere devam ediyor.”
‘ASLINDA ADALARA ‘MEB’ TANINMIYOR’
Pamir, insanların şu an tartışılan şeyin ne olduğunun farkında olmadığını söylerken, adalara Münhasır Ekonomik Bölge belirleme hakkı tanınmadığını hatırlattı ve AB desteğiyle Rumların Türkiye’yi İskenderun Körfezine sıkıştırıp nefes alamaz hale sokmaya çalıştığına dikkati çekti:
‘TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK EKSİKLİĞİ USULÜNE UYGUN ‘MEB’ İLAN ETMEYİŞİ’
Pamir, Türkiye’nin en büyük eksikliğinin usulüne uygun bir şekilde Münhasır Ekonomik Bölge ilanı yapmayış olduğunu söylerken, Türkiye’nin çakışan alanlarda gemileri engellemesinin haklı sebeplere dayandığını ve Türkiye’ye uluslararası platformda aba altından sopa gösterilmeye çalışıldığına dikkati çekti:
“En büyük eksiğimiz usulüne uygun bir şekilde MEB ilan etmeyişimizdir. Bunu deniz hukuku konusunda çalışan uzmanların hepsi yıllardır tekrarlıyorlar. Ama biz ne zamanki bir hukuksuzluk olsa BM başta olmak üzere itirazlarımızı yapıyoruz. Kendi kabul ettiğimiz alanı da haritalarla gösteriyoruz. Dışişleri açıklama yapıyor ama bizim MEB ilanını usulüne uygun bir şekilde yapmamız lazım. Bunun dışında ne yapıldı? Türkiye’nin ilgili kurumu olan Petrol İşleri Genel Müdürlüğü Türkiye’nin devlet şirketi olan Türkiye Petrolleri’ne kendi ‘Ekonomik Münhasır Bölgesi’ olarak kabul ettiği alanda ruhsat verdi. Yani aynı Rumların hukuksuz bir şekilde Kıbrıs adasını kendilerine ait olarak görüp verdiği ruhsatlar gibi hukukuna uygun bir şekilde Türkiye, Türkiye Petrolü’ne ruhsatlar verdi. Bir kere böyle bir hak iddiamız var. İkincisi KKTC de ‘madem Rumlar böyle yapıyor’ deyip çeşitli lisans ve ruhsat alanları belirleyip bunu Türkiye petrollerine verdi. Nitekim Rumlar Kıbrıs adasının etrafında 13 tane ruhsat alanı tanımlamış. KKTC de A dan G ye kadar harflendirerek vermiş. Bunlar çakışıyor. Dolayısıyla Türkiye ve KKTC bu uygulamaların hepsinde hangi faza uyuyorsa yani acaba bu çatışan alanlar Türkiye’nin verdiği, MEB kabul ettiği ve TPAO’ya verdiği ruhsatlarla mı ilgili, yoksa KKTC ile mi ilgili ya da hiçbirisini içermiyorsa bu adanın etrafındaki zenginlikler tek taraflı olarak Rumlara ait değildir denilip dillendirilen üçlü bir itiraz var. Geçtiğimiz günlerde Rumların üçüncü blok olarak tanımladığı alana SAİPEM gemisi giderken ne oldu? Kalkıp da Türkiye gemileri engelledi diye bir şey yok. Kavganın teknik bazı ayrıntıları var. Yazılı seyir uyarı sistemi deniyor ki gemilere ve teknelere aciliyet, emniyet, meteoroloji ve çeşitli uyarılar yazılı olarak yapılabiliyor. Türk donanması ‘biz burada eğitim yapacağız bu alana girmek iyi olmaz’ diyor. Yani usulünce Türkiye haklı olarak böyle bir tepki gösteriyor. Bu 21 Şubat’ta sona erecek bir yazılı seyir uyarısıydı. Bu gelişmeler üzerine donanma ve Dışişlerin Bakanlığı üzerinden bu durum 10 Mart’a kadar uzatıldı. Daha da uzatılabilir. İşin özü bu olmakla birlikte bugünlerde olan biten hikâyeye baktığımızda 6.Filo gelip Limasol’u ziyaret edeceği söyleniyor. Exxonmobil 10. ruhsat alanına zaten sahip. Bu durumlar birleştirilip uluslararası basında ve Yunan tarafında bir fırtına koparılmaya ve Türkiye’ye aba altından sopa gösterilmeye çalışılıyor.’”
Pamir, ABD’nin bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıyarak diğer yandan da bu adaya Münhasır Ekonomik Bölge tanıyarak aynı anda iki hukuksuzluğu üst üste yapmış olduğuna vurgu yaptı:
“Zaten ABD ile birçok alanda çatışma içindeyiz. ABD kendi çıkarları açısından kullanabileceğini umut ettiği sürece çok da onu gözden çıkarıp diğer kampın kucağına bırakmak istemez. Ama Kıbrıs adası çevresinde olana bitene bakarsak ABD şunu söylüyor: ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kaynaklarını kendi MEB içindeki haklarını geliştirme hakkını tanıyor. Bunun engellenmesine yönelik girişimlere karşı çıkıyor. Bir kere hem ona Kıbrıs diyor bir de ona MEB tanıyor. İki tane hukuksuzluk üst üste. Ama ondan sonra bu kaynaklar adadaki iki toplum arasında eşit olarak bölüşülmelidir diyor.”
‘YAPILMASI GEREKEN İKİ TOPLUMUN BİRLİKTE KARAR ALARAK KAYNAKLARI GELİŞTİRMESİ’
Rumların fiili olarak sopa-havuç ilişkisini sürdürdüğünü ve Türkiye ile KKTC tarafında da Rum tarafının söylediklerinden öte oturmuş bir yapının bulunmadığını belirten Pamir’e göre yapılması gereken iki toplumun birlikte karar alarak kaynakları geliştirmesi:
”Rumların fiili olarak yaptığı: Afrodit’te olduğu gibi ‘ben burada gaz keşfi yaptım ben burayı geliştiririm ve sonra senin hakkını veririm’ şeklinde gerçekleşmişti. Burada da sopa-havuç ilişkisini sürdürüyor. Yani müzakerelerde ‘Türk tarafına sürekli olarak gel bak bizim dediklerimizi kabul et, Güzelyurtta su kaynakları var oradan alalım, şu toprak değişimi şöyle yapalım biz de sana buradan payını veririz’ dendi. ‘Atın önüne arabayı koşmak’ gibi bir tabir vardır. Yapılması gereken şey bu kaynakların nerede olursa olsun iki toplumun birlikte karar alarak birlikte geliştirmesi olmalıdır. Arama yapılacaksa, geliştirme yapılacaksa ve gerçekten yeterli miktarda gaz varsa —Allahtan yok ki ellerini kuvvetlendiremiyorlar- yani Türkiye’yi bypass edip, Avrupa’ya direk bunu konuşuyorlar ama işin uzmanları bunu biliyor. O rakam yeterli değil. Avrupa’dan öyle bir talep yok. En uygun gidebilecekleri yer birincisi Kıbrıs’ın içinde kullanılması sonra da gidecekse Türkiye’nin güneyinden gitmesidir. Yani bu durum Rumların da İsrail’in de kendi ekonomik çıkarları için. Ama bunu net olarak çözüm müzakerelerinde kullanıyorlar. Maalesef KKTC’de tarafında da Rum gazetelerinden, onların yaptığı konferanslardan öte oturmuş bir yapı yok. Yıllardır ben gidiyorum Kıbrıs’a dilimde tüy bitti. Türkiye tarafında ve Kıbrıs’ta uzmanlar var. Oturalım ekonomisi, siyasi boyutu, jeopolitiği bütün bunları sürekli olarak takip edelim. Rumların aktardıklarından değil kendi inisiyatifimizde çalışmaları yapalım, uluslararası planda da hakkımızı duyuralım. Tahminen 100 tane Kıbrıs ve çevresindeki kaynaklarla ilgili konferans oluyorsa bunun 95’ini Yunanlar ve Rumlar yapıyor. Burada da eksikliğimiz çok. Onun için ödevimizi doğru dürüst yapabilmemiz gerekiyor.”
‘İTALYANLAR’IN YAPTIĞI HUKUKSUZ BİR İŞLEM’
İtalyanların Kıbrıs adası etrafında yaptıkları çalışmaların hukuksuz olduğunu ve bu yüzden kendilerine engelleme yapan Türkiye’ye istedikleri kadar öfkelenebileceklerini söyleyen Pamir’e göre Rumlar önce şirketleri sonra da arkalarındaki devletleri çağırarak oyunu profesyonelce oynuyorlar:
‘AKDENİZ’DE İYİ GEÇİNEBİLDİĞİMİZ BİR DEVLET VAR MI?'
Nejdet Pamir, son olarak Türkiye’nin yanlış dış politika nedeniyle Akdeniz’de yalnız kaldığı yorumu yaptıktan sonra Münhasır Ekonomik Bölge ilanıyla bütünleşecek politikalara ihtiyaç olduğunu sözlerine ekledi:
“Sanıyorum adalarla ilgili, Egelerdeki adalar, bunun yanında egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş adalarla alakalı başında bir tereddüt oluşmuş o yüzden âtıl kalınmış. Ama bunun bir an önce yapılması lazım. Türkiye’nin tezlerini hukukçular, onun yanı sıra bu işin ceremesini çeken denizciler, burada görev almış, söz konusu alanda emek vermiş hatta bunun için bedel ödemiş, Cem Gürdeniz gibi ‘mavi vatan’ kavramını ortaya atan, ‘denizlerde bizim vatanımız haklarımızı koruyalım’ diyen insanlar yıllardır bas bas bağırıyorlar. Bu usulünce çıkılacak BM nezdinde tescil edilecek ondan sonra karşı taraf istediği kadar itirazını yapsın. Bir adım daha haklı oluyorsunuz. Hani Türkiye’nin kimse yanında yok, dış politikada yalnız. En büyük zaaflarımızın başında bu geliyor. Akdeniz’de iyi geçinebildiğimiz bir tane devlet var mı? Ne Lübnan ne Suriye ne Mısır? Yanlış dış politika yüzünden bu noktaya geldik. Hiç değilse bundan sonra devletlerle Müslüman Kardeşcilik oynamak yerine iyi bir ilişki kurabilirsek o zaman herhâlde yanımıza birkaç tane daha devlet alıp daha güçlü oluruz. MEB ilanı ayrı bir konu fakat bunu bütünleştirecek politikalara ihtiyacımız var."