‘ÜLKEDE GÜVENCE KALMADI'
Geldiğimiz noktanın vahim olduğu yer bu: Basın alanında karşı karşıya kaldığımız, basın hürriyetinin zedelendiği noktaya geldik. Otokontrol sisteminin baskıya dönüştüğü noktaya vardık. Gazetede habercilerin bile yazarken artık başıma ne gelir dediği noktaya geldik. Bu sadece hukuk güvenliği açısından değil, özgürlük ve güvenlik açısından değerlendirilmesi gereken bir nokta. Yıllarca ciddi mücadelelerle elde ettiğimiz kazanımlar kaybedilmeye başlandı. Bize bir beka sorunu anlatılmaya çalışılıyor. Darbe girişimi anlatılıyor. Bunlar gerçek olsa dahi ifade ve basın hürriyeti bu noktaya getirebileceği mümkün gözükmüyor.
2016 darbe girişiminden sonra çok geniş bir çevrenin haklı gördüğü bir olağanüstü hal içine girdik. 2 yıl sürdü. Bu süre boyunca özellikle ceza maddesi kanunlarında hükümler değişti. O süreç içinde pek çok yasada değişiklik yapıldı. Bunların bir kısmı olağanüstü hal ilanına neden olan sebeplerin dışındaydı. Bunlar yasalaştı. Ama kabul ettiğimiz referandumda ortaya çıkan rejim, bu değişiklikleri bünyesine kabul etti. Bu yasalar olağanüstü hal yasalarıyla çıkmıştır, değiştirilmesi gerekir demedi. Hatta daha ileri gidip olağanüstü hali kaldırıyoruz yeni tedbirler almamız gerekiyor diyerek olağanüstü halin devamını getiren yeni yasalar kabul ettik.
Biz görevimizi yerine getiriyor muyuz diye sormadan görev yapamayız. Bugün bazı sessizlikler söz konusuysa barolar dışındaki unsurların devrede olmamasındandır. Üniversiteler yok, hukuk fakülteleri yok. Bugün bir dekan içeri alındı ve bir tane diğer dekandan ses çıkmadı. Bir tek konuşan barolar var onların şikayetlerini yayınlayacak mecraları da kalmadı. Siz istediğiniz kadar sesinizi çıkarın anlatacak yeriniz yok. Herkes işine gelenin konuşulduğu bir anlayışta işini götürüyor. Böyle bir tablo karşısında elinizde argüman yok. Avukatlar mücadelelerini yapıyorlar. Bunu içtenlikle söylüyorum. Ama sıkıntı bu mücadelede baroların tek başına kalmış ve bunları insanlara yansıtmaktan uzak olmaları.
Atanmış bakanların seçilmiş vekilleri azarladığını görüyoruz. 16 Nisan referandumundan sonra Türkiye'de artık yeni bir rejimin geldiğini kabul etmemiz gerekiyor. Seçimlere iki partili bir sistemle giriliyor olması da gelecekteki siyaseti bize anlatacaktır. Bu rejimi kabullenip kabullenmemek noktasında belirli seçimleri yapmamız gerekiyor. Siyaset denen kavramın TBMM'de sonuçları etkili olacak şekilde değil alın siz bununla meşgul olun ülkeyi ben idare ederim diyen bir algıyla bir yürütme oluşturulduğu bir yeniden inşanın bir kuvvetler birliğinin oluşturulduğu bir noktaya gelindiğini düşünüyorum."